ana sayfa

| iletişim | eski ogelk.net |
Ara  
 

 
Ana Sayfa  » Herkes için... » Not Defteri » UMATEM'den ÇEMATEM'e: Bir İstanbul Öyküsü PAYLAŞ  

UMATEM'den ÇEMATEM'e: Bir İstanbul Öyküsü

 

AMATEM’den 2000 yılı Ağustos ayında ayrılıp UMATEM’e geldiğimde, AMATEM’de çalışan uzmanlar bu klinikte dönüşümlü olarak görev yapmaktaydı. Kurulduğu 1995 yılından beri, genelde burada çalışan uzmanlar hep geçici olmuşlardı. Dr. Çetin Ersül herhalde bu hekimler arasında UMATEM’de en uzun süre çalışan kişiydi.

Uçucu Maddeler Araştırma Tedavi ve Eğitim Merkezi, 1995 yılında yetişkin madde bağımlılarından ergen ve çocukları ayırmak için, Arif Verimli’nin başhekimliği döneminde kuruldu. Yardımseverlerin desteğiyle eski itfaiye binası bir klinik haline getirildi. Yardımseverlerin ve sivil toplum kuruluşlarının desteği hep devam etti. Örneğin hastane içinde hizmet veren ama UMATEM’e hiç uğramayan, üstünde UMATEM yazılı bir ambulans ile bir başka araç da yine yardımseverler tarafından UMATEM için bağışlanmıştı!

Doğrusu o yıllarda da UMATEM, hastane çalışanları tarafından pek sevilmeyen bir klinikti. Rotasyona giden uzmanlar da biraz mecburiyetten burada çalışıyorlardı. Ama tez hazırlamak için asistanlar kliniğe şevkle gidiyor ve çocuklarla görüşüyorlardı. Kimi zaman çocuklar, klinik önünden geçen hemşirelere veya diğer bayan çalışanlara laf attığından, serseri damgasını yiyordu. O zamandan beri UMATEM’in varlığı bir tartışma konusuydu. Bir yaz günü çocukların serinlemek için hastanenin su deposuna girmesi de halen hastane çalışanları arasında konuşulur…

İlk göreve başladığım dönemde klinikte yatan çocuk sayısı ikiydi. O güne kadar da genelde yatış sayılarının benzer olduğu açıktı. UMATEM çalışanları ise genelde tek başlarına bu çocuklarla ilgilenmekten yorulmuşlardı. Kimsenin sahip çıkmaması, pek hoş görülmeyen ve istenmeyen bir serviste çalışıyor olmak onları biraz bıktırmıştı. Doğrusu benim oraya kalıcı olarak gelmem, onları sevindirmişti. Öte yandan iş yoğunluğunun artabilecek olması ise, onları telaşlandırıyordu.

AMATEM’in verdiği deneyimle ilk günden itibaren kurmaya çalıştığım sistem kısa süre içinde işe yaramaz hale gelince, doğrusu hayal kırıklığı yaşamıştım. AMATEM’de oluşturduğumuz ve uyguladığımız program, burada yürümüyordu. Ergen popülasyonu, yetişkinler için hazırlanan programlara uyum sağlayamıyordu. AMATEM’deki kuralları, kararlılıkla uyguladığım zaman, UMATEM’de yatacak çocuk kalmayacağını en eski yöntemle, yani deneme yanılma yöntemiyle öğrendim. Buraya esnek programlar gerekiyordu. Öte yandan, uçucu madde kullanıcılarının genel madde kullanan ergen popülasyonundan farklılık göstermesi de, yeni ve farklı yöntemler geliştirmeyi zorluyordu. Bu yöntemleri geliştirmek gerekliydi, ancak bu konuda hiçbir kaynak ve örnek uygulama yoktu.

Mevcut kitaplarda, uçucu maddeye özgül tedavi yöntemlerinden söz edilmiyordu. Kısa bir süre sonra bu arayışımın yersiz olduğunun farkına vardım. Çünkü, bilgiyi üreten ABD ve Avrupa ülkelerinde bizimkine benzer uçucu madde sorunu yoktu ve bu tür özgül programa da ihtiyaç duymuyorlardı. O günlerden 5 yıl sonra, yine kendi imkanlarımla katıldığım uçucu maddeyle ilgili bir toplantıda Kanada dışında uçucu madde kullanıcıları için uygulanan özgül bir program olmadığına ve geliştirilmesi için çalışmaların yeni başladığına şahit oldum. Kanada’da bu programların bizden kısa süre önce başladığını da yine bu toplantıda öğrendim.

Tam UMATEM’e uygun yeni programlar geliştirme çabası içindeyken, İstanbul’da sokakta yaşayan çocuklar sorunu patlama gösterdi. O dönemin İstanbul valisi Erol Çakır yeni bir girişim başlatmış ve bu çocuklar için yeni merkezler açılmıştı. Vali yardımcısı Mehmet Seyman’ın koordinatörlüğünde yoğun ve hızlı bir çalışma başlamıştı. Yeni açılan merkezlere gelen çocuklar tedavi için UMATEM’e yollanmaya başlandı. Çünkü, büyük çoğunluğu tiner kullanıyordu. İstanbul’daki madde bağımlılığı sorunu keşfedilmişti! O güne kadar düşük bir yatış ortalamasıyla çalışan UMATEM’de vaka sayısı aniden patlamıştı. Üstelik sokakta yaşayanlar topluca getiriliyor, klinikte ortalığı karıştırıyorlardı. Yatak sayısı biraz zorlamayla 15’e çıkmıştı ama klinik alt üst olmuştu. Kliniğin diğer çalışanlarıyla birlikte hızla yeni yöntemler oluşturmaya çalışıyorduk. Kısa bir süre içinde sistem oturmaya başladı. Çocukların davranışlarını “serserilik” yerine, “yaramazlık” olarak görmek işimize yaramıştı. Biraz rahatlamıştık. Ama olaylar bizden hızlıydı!

Vali Çakır bir gün UMATEM’e ziyarete geldi. Sorun çocuk sayısının fazlalılığı, UMATEM’in yatak sayısının ise azlığıydı. Soru cevap şeklinde geçen bir konuşmanın ardından çözüm bulunmuştu. Yatak sayısı artırılacaktı. Bunun yöntemi depremden sonra kullanılmayan karavanları hastane bahçesine getirtmek ve çocukların orada barınmasını sağlamaktı! Böylece UMATEM’in yatak sayısı artmış olacaktı. Dönemin başhekimi, daha sonra hastaneye kalacağı düşüncesiyle karavan fikrini kabul etti. Karavanların gelişi hastanede olay oldu. Hastane çalışanları olayı çarpık ve gereksiz bulmuştu. Karavanlar, yurt dışından deprem sonrası yardım amacıyla gelmişti ve oldukça gösterişliydi. Hastane çalışanları bu karavanların, sokakta yaşayan çocuklar için fazla lüks olduğunu da düşünüyordu. Bu garip ikilemlerle karavanlar devreye girdi. Çocuklar karavanları oyuncak gibi görmüşlerdi. Kontrol çok zorlaşmıştı. Karavanların kırılan pencereleri ve diğer parçaları bulunamıyordu. Isıtma sistemleri yoktu! Bu durum kimsenin aklına gelmemişti. Ama bir kere evet denmişti ve üst düzey yöneticiler, geri adım atmak istemiyorlardı.

Bu dönemde klinikte benden başka bir uzman yoktu. Asistan görevlendirilmemişti. Klinikte psikolog dahi bulunmuyordu. Hemşire arkadaşlarımızla birlikte, bir anda devleşen bir servisi götürmeye çalışıyorduk. Öte yandan tüm hastane çalışanları gelişmelerden beni ve ekibi suçluyordu. Klinik doğrudan başhekimliğe bağlıydı. Bir klinik şefi gibi hareket etmem isteniyordu ama yetkim yoktu. Eskiden peşimizden koşan ilaç firmaları bile kliniğe uğramıyordu. Neden uğrasınlar, ucuz ilaç yazmak zorundaydım! Eleştirinin dozunu kaçırmakta beis görmeyen meslektaşlarım, ilaç firmalarıyla kongrelere giderken, UMATEM çalışanları gece yarıları valiliğin telefonlarına başhekim yerine yanıt veriyor, sorunları çözmeye çalışıyordu. Hastanede üstünde UMATEM yazılı araçlar halen dolaşıyordu ama bizim işlerimiz için kimse araç vermiyordu!

Tüm uyarılarımıza rağmen geceleri polis sokaklardan topladığı “bir minibüs çocuğu” zorla getiriyordu. Polise göre zorla gelmiyorlardı. Ama polise “hayır” demek bir çocuk için mümkün müydü? Baskılar yüzünden karşı koyamıyor, tedaviye istekli olmayan çocukları yatırmak zorunda kalıyorduk. Yatırılan çocuklar klinikten kaçıyor, polisten önce Taksim’e varıyorlardı. Ertesi gün polis görevini yaptığını ama bizim çocukları tutamadığımızı söylüyor, hatta kimi zaman sınırı aşan eleştiri ve suçlamalarda bulunuyordu. Onlara karşı çıktığımda ise, tüm idarecilerin tepkisini üstüme çekiyordum. Başhekim, valilik, polis, meslektaşlarım ve çocuklar arasında kalmıştım. Doğrusu, aralarında beni en az zorlayanlar ise çocuklardı!

Yine de bir sistem oturtmaya başlamıştık. Sağlık eğitimcisi bir arkadaştan psikolog yaratmıştık (Halen onun birçok psikologdan etkin olduğunu düşünüyorum). Öte yandan zorlamalarımızla kliniğe bir psikolog atandı. Ancak daha sonra bu arkadaşımızın bazı ruhsal sorunlar yüzünden çalıştığı önceki işyerinden ayrıldığını ve bize atandığını öğrendik. Destekleniyorduk…

Bir sistem kurulurken, çok doğal olarak ekibe ihtiyaç duyuluyordu. Bunları sağlayacak çeşitli yardım olanakları da vardı. Ancak UMATEM’e yardım için gelen kişiler, genelde hastanenin üst düzey yönetimine takılıyor, hastanenin başka ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendiriliyordu. Döner sermayeye gelir getirmediği gerekçesiyle kliniğin diş fırçası ve terlik ihtiyacı bile zor karşılanıyordu. O dönemde bir grup arkadaşla birlikte Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneğini kurduk. Projeler ürettik ve yardım kuruluşlarından destek almaya başladık. UMATEM’de aşağıda ayrıntıları verilen yapılandırılmış, çağdaş standartlara uygun bir modeli uygulamaya koyduk.

Aynı dönemde valilik, kliniğin ihtiyaçlarını özel bir ödenekle karşılamaya başlamıştı. Bu durum getirdiği yararların yanında bazı zorluklara da yol açtı. “Parayı veren düdüğü çalabilir” düşüncesiyle, hastane yönetimi valiliğin UMATEM üstündeki etkinliğini artırmasına izin verdi. Valilik, iyi niyetle bile olsa doğrudan işlere karışmaya başladı. Sistem yine zorlanıyordu. Valilik tarafından verilen ödeneğin bir diğer zararı ise, hastanenin UMATEM’in hiçbir ihtiyacını karşılamaması oldu. “Size valilik baksın” gibi bir düşünce gelişmişti ve hastane bütçesinden sabun bile almakta zorlanıyorduk. Öte yandan, valilik “her harcamayı bizden yapmayın” diye bizi sıkıştırıyordu.

Vaka sayımız giderek arttı. Sokakta yaşayan çocuklar kadar, İstanbul’un varoşlarından madde kullanan çocuk akını da başlamıştı. Sosyal kurumlarla yapılan anlaşmalar sayesinde kliniğin gelirleri arttı, hatta bir dönem UMATEM hastaneye en çok döner sermaye kazandıran psikiyatri kliniği haline geldi. Sosyal hizmetlerle kurulan iyi ilişkilerle, dernekle yürütülen projelerle ve o dönemde yeni atanan psikologumuzla birlikte, işler vaka sayısının artmasına rağmen yolunda gidiyordu.

O güne kadar “sokakta yaşayan kız yok” düşüncesi hâkimdi. Ancak bir gün karşılaştığımız bir çocuk nedeniyle kızları da kliniğe almaya başladık. Ardından bir anda kız sayısı arttı. Hem sosyal hizmetlere, hem de bize başvuran kızlar yüksek sayılara ulaştı. Aynı servisin içinde kızların alınması doğru olmayacaktı ama AMATEM bizim çocukları almaya yanaşmıyordu. Zorunlu olarak kızlar servise alınmaya başladı. Kızların servise alınması Türkiye’de bir ilk oldu. Bizim deneyimlerimizi geliştirdi,  alandaki çalışmalara yön verdi. Ama doğal olarak kliniğin düzeni de yeniden bozuldu. Ateş ile barut yan yana durmuyordu. Erkeklerin, servise başvurma oranı bile artmıştı. Tabii ki bunun önemli nedenlerinden birisi kızların varlığıydı. Kavgaların ve olayların sayısı da artış göstermişti.

Hastane nöbetçileri büyük zorluklar yaşıyordu. Vakaların çıkardığı zorluğun dışında hekimlerde alışkın olmadıkları bu durumla başa çıkmakta zorlanıyordu. Yanlış uygulamalar sonucu sorunlar daha da derinleşiyordu. Nöbetçiler, bu vakalara alışık değildi. Hekimlik narsisizmiyle ergenlerin üstüne gidiyorlardı. Onları bazen korkutmaya, sindirmeye çalışıyorlardı. Ama onlar ergendi. Ergen oldukları için hekimlerin tüm blöflerini görüyor hatta beklenmedik restler çekiyorlardı. Sonunda çocuklar serseri damgasını iyice yiyorlardı. Hekimlerin uygun yaklaşım yöntemlerini bilmemeleri, aslında servisin inkarından kaynaklanan bir sorundu. Bugüne kadar yok saydıkları servisle uğraşmak zorunda kalıyorlardı.

O dönem yeni ve önemli bir gelişme daha oldu. Valilik ek bir bina yapmayı önerdi. Başhekimlik eski bir binanın restorasyonunu önerdiyse de, sonunda ek bina yapılmasına karar verildi. Başhekimliğin ümidi binaların daha sonra hastaneye kalması olduğu için, bu plan baş hekimlikçe  desteklendi. Bu satırların yazarına ise böyle bir servisin gerekli olup olmadığı dahi sorulmamıştı. Ama daha sonra bütün günah bu satırların yazarına yüklendi. Bana sadece nasıl bir bina yapılmasının gerektiği soruldu. Çizdiğim ve önerdiğim plan ise, tamamen değiştirilerek yaklaşık 42 yataklı bir servis oluşturuldu. Hâlbuki bu alanda küçük servislerin daha başarılı olacağını tüm dünya alemce biliniyordu. Herkes yeni binaların uzun sürede bitmeyeceğini düşünürken, binalar büyük bir hızla tamamlandı. Ama içine konacak eşyalar için para bulunamadı ve bina bir süre atıl kaldı.

2003 yılında sokakta yaşayan bir çocuğun işlediği cinayet, tüm dikkatleri yeniden UMATEM’in üstüne çekti. Yeni bina için gerekli olan eşyalar bir ay gibi kısa bir süre içinde tamamlandı ve servis hizmete açıldı. Valilik bütün büyük eşyaları verdi ama geri kalanlar hastaneden karşılandı. Personel için Sağlık Müdürlüğünden destek istendi. Sağlık Müdürlüğü bu isteği valilikten geldiği için hemen olumlu karşıladı. Ama müdürlük, ertesi gün hastaneyi aradı ve hastanenin bu elemanları bulmasını istedi. Sonunda personelin de büyük çoğunluğu hastaneden sağlandı. Yeni servise personel bulmak dahi oldukça zordu. Kimse çalışmak istemiyordu. Sonunda Sibel hemşire işi üstlendi (hem de istekliydi!). Sağlık müdürlüğü açılış günü sadece 3 hemşire gönderdi. Açılış bitip, ortalık yatıştıktan sonra hemşireler de geri alındı. Görev yerine getirilmiş, “açılış” kazasız belasız yapılmıştı!

Bir anda UMATEM’in kapasitesi çok büyümüştü. Sorunlar da o oranda büyümüştü. Yeni servis o kadar hızla açılmıştı ki, hiçbir sistem kurulmasına vakit kalmamıştı. Çalışanların tümü yeniydi. Bu ortamda sık, sık olaylar yaşanmaya başladı. Bunun sonucu hastane ayaklandı. Hastane içinde böyle bir kliniğin olması istenmiyordu. Hastanedeki her olaydan sonra “UMATEM çocukları” suçlanıyordu. Uzmanlar kliniğe rotasyona gelmekten bile kaçıyordu. Rotasyona gelmemek için bakan akrabalarını devreye sokan psikiyatristler dahi oldu. Bu kişilerin hepsi fikir yürütüyordu ama elini taşın altına sokmuyordu. Parayı veren valiliğin beklentileri çok fazlaydı. Bu nedenle, yoğun taleplerde bulunuyordu. Hastane koşullarına uymayan bu talepler, kimi zaman başhekimlikçe uygun da görülüyordu.

Karmaşanın sonlanması için biraz zamana ihtiyaç vardı. Ekibin uyum sağlaması, sistemin yerine oturması için uğraşıyorduk. Bu arada hastane üstümüze yüklenmeye devam ediyordu. UMATEM hakkında toplantılar düzenleniyor ama biz çağrılmıyorduk. Gittiğimiz zaman ise eleştirilerle karşılaşıyorduk. Eleştirilen ve tartışılan aslında tüm uygulamalarıyla başhekimdi. Ama UMATEM iyi bir fırsattı. Toplantılarda “neden bizi bilgilendirmiyorsun?” diye eleştiriliyorduk. Ancak o güne kadar yakınanlardan hiç kimse, her öğlen gittikleri hastane yemekhanesinin yolunun üstündeki UMATEM’e girip “yahu burada neler oluyor?” dememişti. Demokrat bazı arkadaşlarımızın bu çocukları “toplumun safrası” olarak nitelemesi ise, artık bu toplantılarla zaman kaybetmemem gerektiğini bana öğretti!.

Güvenlik, UMATEM için her zaman bir sorun oldu. Günlerce Beyoğlu’nda herkese “Kültegin’in karnını deşeceğim” diyerek dolaşan çocuğa polis herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Aynı çocuk daha sonra UMATEM’e gelmiş, odama madde etkisi altında girmişti. Tamamen kişisel beceriler sayesinde herhangi bir saldırı almadan kurtulmuştuk. Hastane bahçesine giren tinerci çocukların önlenememesi ciddi bir sorundu. Bu çocuklar serviste yatan çocukları kaçırıyordu. Bu çocuklar hastaneye ve hastane çalışanlarına zarar veriyordu. Polis çağrıldığı zaman gelmiyordu veya gelse bile herhangi bir etkisi olmuyordu. Çocukları klinikte tutmamakla bizi suçlayan polis, hastane içinde saldırıya uğramamıza seyirci kalıyordu.

Bu noktada anlatılması gereken bir anekdot var. Yine bilinen UMATEM günlerinden birisiydi. Bakanlar, valiler, emniyet müdürü, gazeteciler doluşmuştu. Nedenini hatırlamadığım gösteriş amaçlı bir tören vardı. Toplantı sırasında emniyet müdürü çocukların kaçtığını söylemiş ve bizi suçlamıştı. Tam o sırada pencereden iki çocuğun o kadar polis ve koruma görevlisinin arasından bahçeye girdiğini gözledim. Kaşla göz arasında klinikte yatan bir çocuğu dışarı kaçırdılar. Benim gördüğümü fark edince de tehdit ettiler. Tüm bunlar herkesin gözü önünde olmuştu ama kimse anlamamıştı. Müdürün yaptığı eleştiriden sonra, ben de o an gelişen olayı toplantıya katılan herkesin içinde aktardım. Tabii müdürle aramızın bir daha hiç ama hiç iyi olmadığını söylemeye gerek yok zannederim…

Ergenlerle çalışan bir klinikte, düzenli olarak servisin, ayaktan gelen vakaların ve yakınlarının aranması, sürekli olarak bir güvenlik görevlisinin bulunması büyük bir gerekliliktir. En güvendiğiniz çocuk bile kendini korumak için servise bir silah getirebilir. İç ve dış güvenliğin sağlanması bu tip klinikler kurulurken büyük önem taşır. Bu güvenliğin yerleşmesi mümkün olmadı. Bir gün, polikliniğe gelen bir genç masamın üstünden anahtarımı alıp arabamı çaldı. Çocuk ifadesinde ağabeyinin cezaevinden çıkacağını, ama kendisini çok dövdüğünü, bu nedenle o eve gelmeden kendisinin cezaevine girmesi gerektiğini anlatmıştı. Yine bir bayram günü servise girilmiş, bilgisayarlarımız çalınmıştı. Kendimize ait bilgisayarların ve içindeki tüm bilgilerin çalınması sonrası, hastane başhekim yardımcılarından birisi “gidin valiliğe şikayet edin” dediği zaman gerçekten üzüldüğümü hatırlıyorum.  Her şeyimizin çalındığı, saldırıya uğradığımız günlerde, beni “rant” yemekle suçlayan meslektaşlarıma ise hiç kızmadım bile. Onları tanıyordum…

Tek uzman olarak çalışmaya devam ettiğim günlerde, hastane başhekimliği el değiştirdi ve Prof. Musa Tosun göreve getirildi.  UMATEM önüne gelen ilk dosya olmuştu. Başka nedenlerden dolayı hastaneden ayrılmak isteyenler bile, ona UMATEM’i neden gösteriyorlardı. Yeni başhekim UMATEM’i UMATEM’de ziyaret ederek benimle sorunları tartıştı. Bu bir ilkti! Sıkıntılarımızı paylaştıktan sonra ilk adım olarak valilikle ilişkiler düzenlendi. Klinik içi personel sorunları giderildi. İşleyişe yönelik isteklerimiz ciddiyetle takip ediliyor ve uygulanıyordu. Artık daha rahattık… İhtiyaç olmasına rağmen bu dönemde servisin işleyişini bozduğu için kızları servise alamıyorduk. Haklı olarak eleştirilerle karşılaşıyorduk. Kızlar için yeni bir servis yeni başhekim tarafından planlanmıştı. Ama bazı şefler onu “hastaneye kız satıcılarını doldurmakla” suçladı.

Tinerden, baliden başlayan ergenlerde madde kullanımı bu yıllarında diğer tüm maddelere doğru yaygınlaşma gösterdi. Bu nedenle kliniğin adı Çocuk ve Ergen Madde Bağımlılığı Araştırma Tedavi ve Eğitim Merkezi (ÇEMATEM) adını aldı. İsim babalığını bizzat başhekimin kendisi yaptı.  ÇEMATEM yeni bir kavramdı ve yeni düzenlemeleri de beraberinde getirdi. Kliniğin kendine ait bir polikliniği oluşturduk. Aşağıda ayrıntıları verilen ayaktan tedavi programını geliştirdik. AMATEM’de çalışan bir uzman arkadaşımız, Defne Tamar kliniğe atandı. Sistem tekrar çalışmaya başlamıştı. Görev paylaşımı yapılmış, sistem emeklemekten çıkmış, koşmaya başlamıştı…

 

 
 

Kişisel

Herkes için...

Akademik

web siteleri