Eminem için yazı yazmayı bu kadar beklemek belki bir hata. Ama bence tam da zamanı. Farklı diyarlardan farklı eleştiriler ve sesler gelince, onları bir araya getirip hamur yapmak, fırına koymak ve sıcak, sıcak servis etmek daha kolay oluyor. Bu yazı bir Eminem yazısı değil, Eminem bağlamında ülke varoş gençliğine, acıların çocuklarına, sinyalcilere, kapkaççılara bir göz atmak.
Neler söylenmiş Eminem için. Küstahmış, kendini beğenmişmiş. Ezilmişliğin sesi, acı çeken sınıfın çığlığıymış. Ama o tam da bir “beyaz”mış. Kapitalist müzik endüstrisinin yeni bir tüketim değeriymiş. Ezilmişliğini kullanarak, kazandığı milyarları yemekteymiş.
Yukarıdaki tanımlamalar taban tabana zıt ama inadına hepsi doğru. Yalan yok, hepsi gerçek. Neden böyle peki? Şimdi biraz bu çocuk adamların (ergenlerin) dünyasına gidelim.
Küstah olacaklardır ve küstah olmak kazanılmış haklarıdır. Çünkü aileleri küstahtır ve acımasızdır. Sadece kendilerini düşünürler, ya içerler, ya dayak atarlar. Dünya da küstahtır. Bu filmi görür ve ses çıkarmaz. Bunu bile, bile çevresindeki dünya da ona acımasız davranır. Bazen piç der, bazen hırçın. Kimi “bu adam olmaz” diye eleştirir. Herkesin ki uyum sorunu, onların ki karakter bozukluğudur. Okulda diğer çocukların huzurunu kaçırır, bu “çocuk adamlar”. Diğerleri çocuktur, bunlar adam. Mahsus yapmaktadırlar her şeyi. İstenmezler, kovalanırlar. Kovalanmasalar bile istenmedikleri el altından hissettirilir. Büyüyüp de konuşma sırası onlara gelince ve onlar da yaptıklarımızı yüzümüze vurunca, onlar artık bize göre birer küstahtır.
Küfür isyanın ya da başkaldırışın hırıltısı olmadan önce, evlerinin duvarlarında yankılanan bir ninnidir. Küfürle büyür, küfürle yaşarlar. Ortalığı birbirine katan, hiç durmamacasına hareket eden, anne babasının “dur” demekten bıktığı için umarsızlaştığı, zıvanadan çıkmış, televizyonda bir maçı bile bize seyrettirmeyen komşu çocuğuna içimizden küfür ederiz. Biz ederiz de sanki o salaktır, anlamaz. Deftere yazar. O defter, bakkal İsmail efendinin defterinden sıkıdır. Ödeme geç alınır. Ama söke söke, hatta kanırtılarak alınır. Kanırtıldığımızda, deftere yazdırdığımız hesabın ödemesini yaptığımızın farkında değilizdir.
Aslında bebekken yapılan o yaramazlık, hırçınlık, ortalığı dağıtma isyanın bebekçesidir. Anne baba çocuğun aba altından gösterdiği sopayı farketmez. Sopa kafalarına inmeye başladığı zaman, biyolojik atfetmelerle kendilerini kurtarmaya çalışırlar. Kanı bozuk, geni bozuk demektir. Hangi kandan geldiği inkar edilir. Kendi kanından geldiğini inkar etmek (“bu çocuk kime benzedi böyle”), geçmiş suçları, ihmalleri, dayakları, sabırsızlıkları unutma çabasıdır.
İnkar şaşkınlığı, çocuğu “onun bunun çocuğu” seviyesine getirir. Sonra sıra, “beni hiç dinlemiyor”a gelir. Neden dinlesin ki! O, “onun bunun” çocuğu. Gerçekten “o” onu bunu dinlemeye daha hazır ve isteklidir.
Bu çocukları, toplumun safraları diye nitelemek pek kolaydır. Meraklısı için bilgi notu: Safrayı karaciğer üretir. Safranın varoluş amacı, besinlerin parçalanmasına ve eritilmesine yardımcı olmaktır. Safralar, sindirim “sistemi”nin çalışmasına katkıda bulunur. Sistem bu safrayı kullanarak çarkını döndürür.
Milyarları yemiştir Eminem, doğrudur. Yesin de!. Bu ezilmişliğin çığlığı parayı bulunca yalayıp yutar, çarklara teslim olur da, niye daha toplumsal hatta sınıfsal bir isyana dönüşmez. Birincisi, toplumdan gördüğü küstahlık sonrası onların isyanlarını sınıfsal düzeye getirmek ve toplumsal bir değişimi yaratmaya çalışmak içlerinden gelmez, bu da doğaldır. İkincisi onların hayalleri zaten para kazanmak, yatlarda katlarda gezmek, fıstıkları yatağa atmaktır. Başkaldırış, sisteme değil ezenlere karşıdır. Sistemin farkında değillerdir. Ama ezenleri hergün karşılarında görürler. Çocukların tümü küçükken doktordan korkarlar. Ama geliştikçe, büyüyünce ne olacaksın sorusunun cevabı “doktor olacam”dır. Korktuklarımız geleceğimizi belirler. Varoşların çocuklarının amacı çektikleri tüm acılara rağmen sistemi değiştirmek değil, sistemin içinde varolabilmektir. Kendilerini dışlayan sistemin üstüne çöreklenmek, “öyle olmaz işte böyle olur” diyebilmektir. Bunların faşist söylemler içinde yer almaları, ideolojik değil, daha çok psikolojik açıdan değerlendirilmesi gereken bir sorudur.
Eminem annesine küfür etmiş. Aaa, ne ayıp! Her köşe başında, kutsadığımız anne ve babalar yok, maalesef. Dayak cennetten çıkıyorsa, küfür de cehennemin çağrı zili. Bizim ülkemizde de çocuğuna tecavüz eden, ebeveynler, yakın akrabalar var. Biz görmek istemeyiz. Kol kırılır yen içinde kalır. Kırılan kol yen içinden çıktığında ise midemizi bulandırır. Kolun üstüne kustuğumuzda ise, o kol artık iflah olmaz. Hergün karşımızda kontrol edilemez biçimde sağa sola vurarak, teyp çalarak, sinyal çekerek, kapkaç yaparak dolaşır.
Neden bu ülkeden bu kadar acıya, ezilmişliğe rağmen bir Eminem çıkmıyor? Her tarafımız Eminem. Biz Mahsunlara, Müslümlere, Ferdilere dayanamıyoruz. Acıların çocukları isyanlarını içe dönük bir şekilde dile getiriyorlar. Acılar, çaresizlikler, umutsuzluklar şarkı sözlerinin her yerine siniyor. Ama dışa vurmuyor. Yangın içeride yanmayı tercih ediyor. Eğer yangın sınırları aşarsa, işte o zaman öfke kol ya da göğüs üstünde kayan bir jilet haline dönüşüyor. Kesik koldan akan kan, Eminemin topluma küfürü aslında.
Neden bu yazı Eminem üstüne kuruldu. Eminem’i seyretmeye gideriz, müziğini dinler filmini seyrederiz. Onun hakkında sosyolojik açıklamaları okuruz. Beğeniriz ya da beğenmeyiz. İstanbul varoşlarına da aynı şapkayla gidiyoruz sanki. Dışarıdan seyretmeye gelmiş bir yabancı. Müziklerine, kültürlerine katlanamıyoruz. Romantik başlıklar, şefkat nidaları ya da kafamızdaki ideolojik uydurmalar ile varlar yaşamımızda. Bunlara uymadıklarında ise “tu kaka” yapmayı iyi biliyoruz. Türkiye’de Eminem hakkında çıkan yazılar inanın ülke varoş gençliği hakkında yazılan yazılardan ve araştırmalardan daha fazla. Ama kızmayalım, bu bizim tercihimiz. Neden bu ülkeden bir Eminem çıkmıyor diye salakça dövüneceğimize, ülkenin Eminemleriyle tanışmak gerekiyor. Ama yiyorsa!
Roma, 2003 |