Medya kültüründe yaşıyoruz! Medya toplumu şekillendiriyor. Toplumda medyayı... Bir haberi, haberden daha çok onu hazırlayanın dünya görüşü biçimlendiriyor. Bu döngü içinde akıl hastaları ve hastalıkları da nasibini alıyor. Ama onlara düşen hep stigma. Tarih boyunca değişmeyen bakış açıları günümüzde de devam ediyor. Medyada akıl hastalıklarıyla ilişkili stereotipiler, hastalara saldırıya dönüşüyor. Bu tek taraflı saldırıda ise hastaların yanıtı susmak oluyor. Tabii bu anlamlı duruş, anlayanlara...
Bir “haber” nedir? Aşağıdakilerin hepsi bir “haber”i tanımlayabilir: Adamın köpeği ısırması, ilanların arasında kalan boşluk, herhangi bir kişinin gizlemeye çalıştığı, okuyucunun bu benim de başıma gelebilir” dediği, hızla yazışmış öykü, yeni, doğru ve ilginç herhangi bir şey, değişiklik, farklılık.
Haberin böyle bir tanımı olduğu zaman, insan yaşamına ilişkin bir bilim olan psikiyatrinin tek başına kendisi de bir haberdir. Ancak haberi haber yapan sunumudur. Sunum, haberden öte bir yeni mamul, bir sentezdir. Üretici kişinin dünyaya bakışı haberi kimliklendirir (bu da bir haberdir, aslında). Yaşama bakış açılarımız bizim sunumlarımızın temel kaynağını oluşturur.
Haberi üreten kişinin bakış açısı devreye girdiğinde, bir kısır döngü oluşmaktadır. Haber yapan kişi toplumun bir parçasıdır. O toplumu yansıtır. Yaptığı haber ise topluma ulaşır ve toplumun bakış açısını etkiler.
Bu noktada sorumuz şu olacaktır: Medya mı toplumu yönlendirir, toplum mu medyayı? Bu sorunun yanıtı muhakkak ki her ikisi birden olacaktır. Toplum medyanın bakış açılarını, inançlarını görüşlerini oluşturmaktadır. Çünkü zaten medyayı yapan toplumdur. Toplumun içinden çıkan bireyler medyayı oluşturur. Bu nedenle medya toplumdan ayrışamaz.
Medyanın yansımaları topluma mal olur. Artık toplum da medya gibi düşünmeye başlamıştır. Öte yandan, medyanın kendi iç dinamiklerinin kimi zaman toplumu aştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle son 30-40 yıl içinde medya kontrolü toplumun elinden almış gözükmektedir. Medyanın kendi gereksinimlerinden temel alan yapılanması bir alışverişin ötesinde toplumu kendi çizgisine çekmeye başlamıştır. Medyanın toplum üstündeki etkisi, toplumun medya üstündeki etkisinden daha fazla olmaktadır.
Medya kültüründe yaşıyoruz! Medya dünyanın ve onun üstünde yaşayanların ne olduğu hakkındaki düşüncelerimizi belirliyor. Psikiyatri ve ilişkili konular ise toplumun merak konusu. Toplumun merak ettiği, medyanın gündemini oluşturduğu için de psikiyatri medyada. Ruhsal sorunlarla ilişkili olarak konuya baktığımızda halka bilginin medyadan geldiğini görüyoruz. Yapılan bir araştırmada ABD’nin bir eyaletinde 1988 yılında toplam 400 ruhsal bozukluk haberinin yayınlandığı saptanmıştır.
Psikiyatrinin en önemli sorunlarından birisi, toplumun hasta ve ruhsal hastalıklara bakış açısı oluşturmaktadır. Çünkü toplumun bakış açısı hastalığın düzeltilmesi ve hastanın yaşama kazandırılması aşamasında önem kazanmaktadır. Bir kişinin ruhsal bir sorunu olduğu zaman herhangi bir yardım talebinde bulunup bulunmaması bile toplumsal bakış açılarından etkilenmektedir. Hastanın ailesinin tutumu hastalığın iyileşmesi ile koşuttur. Hastanın yaşadığı semtte rahatça sokağa çıkması ve diğer insanlarla kuracağı ilişkileri yine bakış açıları belirlemektedir.
Medya haberlerini psikiyatri açısından değerlendirecek olursak, bazı temel özelliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bunların başında yanlış bilgi ve bilgilendirme gelmektedir. Hastalar ve hastalıklar hakkında yetersiz ve yanlış bilginin, yanlış bilgilendirmeye yolaçtığını görmekteyiz.
Sıkça yer alan bir özellik ise, stereotipilerdir. Bir başka deyişle medyanın kafasında oluşan soruların yanıtları hep aynı tarzda verilmektedir. Saldırganlığın en önemli nedeni akıl hastaları olarak gösterilmektedir. Örneğin “kafayı yiyen suç işliyor” biçiminde atılan bir manşet. Böyle bir haber okuyucuda iki düşünce yaratabilir. Bunların birincisi, “suç işleyenler akıl hastası”, ikincisi ise “hastalanırsam suç işlerim”.
Medyada psikiyatrik terimlerin uygunsuz kullanıldığı dikkati çekmektedir. Özellikle hastalar için “deli”, “manyak” gibi saldırgan terimler sıklıkla kullanılmaktadır. Ruhsal sorunlara bakış açısının medyada bu biçimde şekillenmesinin bireyin kendisindeki sorunları böyle algılamasına, hatta kişinin ruhsal bir sorunu olmasından korkmasına yol açtığını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak ruhsal sorunları olan kişiler kötü, sevilmeyen, istenmeyen, farklı, komik, değersiz, anormal, tehlikeli, suçlu gibi gösterilmekte ve bu stigmaya neden olmaktadır. Stigmanın sonucu ise izolasyon, ayrımcılık, gizlilik, aşağılanmadır. Stigma tarih boyunca akıl hastasının sırtında taşıdığı bir yük olmuştur. Bugün gelinen nokta, hızlı değiştiğini varsaydığımız dünyanın temel sorunlarda pek yavaş döndüğünü bize gösteriyor.
İstanbul, 2002
Kaynaklar
1. Images of Madness. M Flemin, R Manvell. Associated University Press, London, 1985
2. Homicidal maniacs and narcissistic parasites: Stigmatization of mentally ill persons in the movies. SE Hyler, GO Gabbard, I Schneider.Hospital and community psychiatry, 42:10, 1991
3. Deliliğin tarihi. M Foucault. İmge kitabevi, 1995
4. Media Madness: Public images of mental illness. OF Wahl. Rutgers University Press, New Jersey, 1995 |